
Aylık ekonomi dergisi Turkishtime’ın seçtiği ‘’En yaratıcı elli Türk’’ arasına girmeyi başaran ve kültürüne olan aşkıyla yaşayan Haluk OKUTUR ile keyifli sohbetimizi n tadına doyum olmadı. Haluk Bey dediğimde bile burnuma simit kokuları geliyor nedense. Küçük bir fırından saraylara dönüşen yolculuk umarım herkese ilham verir.
-Eğitime verdiğiniz
önem nedir?
Ben ODTÜ İşletme Eğitim’i aldım. Ben bu eğitimi almasaydım
yine simitçi olurdum belki ama simit saraylarım olmazdı. Cem Yılmaz’ın da
dediği gibi ‘’Eğitim şart.’’ Bunun yanında kendinize olan özgüveninizi ve
cesaretinizi Anadolu’nun mütevaziliğine ters düşmeyecek şekilde geliştirmeniz
de gerekmekte.
-Eğitim demişken
İstanbul Aydın Üniversitesi ile ortak gerçekleştirdiğiniz Simit Sarayı Akademi
adlı bir proje var bunun hakkında bizi bilgilendirir misiniz?
Tabi. Türkiye’ de her sektörde olduğu gibi bizim
sektörümüzde de insan kaynaklarıyla ilgili problemlerimiz var. Çünkü insana
insanla hizmet etmek çok zor.
Mağazalarımızın sayısı hergün hızla artıyor ve eleman sıkıntısı
çekiyoruz. Elemanlarımızın eğitime ihtiyacı var ve ne yazık ki Türkiye’de bu
eğitimi karşılayabilecek yeterli nitelikte okul yok. Biz de bu yüzden kendi
insan kaynağımızı kendimiz yetiştiriyoruz. Ama yeterli değil. Ülkemizde iş var
ama insanların nitelikleri uygun değil. Benim bu konuda bir gayretim var. Sizin
üniversitenizle de böyle bir proje yapılabilir.
-Daha önce ilk
işletmelerinizden birinde elemanlarınızı şapka takmadıkları ve tişört
giymedikleri için işten çıkarttığınızı okumuştum. Bundaki amacınız markalaşmaya
çalışmak mıydı?
Amacım hem
markalaşmaya çalışmak hem de kurumsal olmak adına bir adım atmaktı. İş
kuralları ve prensipleri en zor
şartlarda dahi herkes için geçerli.
Bunun çok yararı oldu. Elemanlarımı o gün işten çıkarttığımda çok
sıkıntı çekmiştim. Şapkayı takmıyorsanız işi bırakın dedim ve hepsi işi
bıraktılar. Ondan sonra iş başa düştü. Bir ben varım fırında usta var ve çay
oacağında biri var. Simitler birikiyor
insanlar kuyrukta bekliyor ve ortada personel yok. Kuyrukta bekleyen
insanlardan birini birkaç gün önce görmüştüm birileri yardıma gelene kadar
yardımcı olur musunuz diye rica ettim. O da sekizde mesaisinin başlayacağını
ama sekize kadar yardım edebileceğini söyledi. Saat sekizi geçti dokuz oldu.
Arkadaş bana iyi yardımcı oldu. O gün öyle sıkıntılı geçti ama şu an simit
saraylarında çalışan herkes o şapka hikayesini ve zor şartlar altında bile
kurallara uymaları gerektiğini biliyorlar.
-Bu kadar çok simit
sarayının yönetildiği tek bir birim elbette olmalı. Bu birimde çalıştıracağınız
insanlarda aradığınız nitelikler neler?
Biz son dört yıldır
kurumsallaşmaya başladık. Türkiye’ de bu kanayan bir yara aile şirketleri,
patron şirketleri bunlar insanların ömrüyle sınırlı oluyor. Yurtdışına
baktığınızda yüz senelik ikiyüz senelik markalar var ama Türkiye’de yok. Çünkü
insanlar şirketlerini kendi çocukları gibi görüyorlar. Ben yaptım ben yönetirim
diye düşünüyorlar. Bu yüzden yönetimi kimseye bırakmıyorlar. Bu yüzden
şirketlerin ömrüyle insanların ömrü paralel oluyor. Biz bu konuda öncü olmak
istedik ve kurumsallaşma olarak ilerlemek istedik. Dünya markası olacaksak ben ya da o demeden
olalım istedik. Artık çalışanlarımız daha profesyonel daha eğitimliler. Hepsi
üniversite mezunu yabancı dil biliyorlar. Biz bir dünya markası olma adına
bütün alt yapı çalışmalarımızı böylece tamamlamış olduk.
-Sizi bu konuma
getiren bir yeteneğinizin olduğunu düşünüyor musunuz?
Aslında biz Anadolu
kültürüyle yetiştiğimiz için kendimizi anlatmamız biraz zor. Bu Türkiye’ nin bir sıkıntısı. Pazarlama
birşeyi olduğundan fazla göstererek anlatmadır. Batı bunu çok iyi yapıyor. Türkiye de bu yok bir şey anlatmak
istemiyoruz, birşeyi olduğundan farklı göstermek istemiyoruz, abartmak
istemiyoruz. Bu Türkiye’nin pazarlanmasıyla da alakalı ama daha çok bizim
kişiliğimizden kaynaklanıyor. Hepimiz fedakar, hoşgörülü, yardımsever
insanlarız. Bu, dünyaya kendimizi anlatmamıza engel oluyor. Ben şimdi kendi adıma konuşursam doğru olmaz
ben her zaman bizi kullanmayı tercih ediyorum. Biz yaptık, biz başardık
gibi. Çok akıllıyım, çok yetenekliyim
diyemem çünkü benden daha yetenekli daha akıllı insanlar var nasip
diyelim. Ama şu da varki inanmak çok
önemli. Birşeye inanmak ve onun arkasında durmak, kararlı olmak lazım o zaman
sonuç alıyorsunuz. Bir de herşeyin iyi tarafından bakmak lazım hani derler ya
bardağın dolu tarafını görmek gerek. Kusur ararsak herkeste kusur var. Kusur
aramadan herşeyin iyi tarafını görerek hareket etmek gerek. Ayrıca negatif
enerji veren insanlardan uzak durmaya ve pozitif enerji yaymaya çalışın.
Bu keyifli ve bize
yol gösteren sohbet için Sayın Haluk OKUTUR’a teşekkür ediyorum.
Yağmur KAYA
0 yorum:
Yorum Gönder